Öne Çıkan

kalan tahmini süre..

dinle…

bende bir huy var, yazdığım şeyleri buraya post attıktan sonra asla açıp bir daha okumuyorum.. hatta yazarken bile gelişine yazıp bir önceki cümlem ne ona bile bakmıyorum.. birkaç gün önce hiç yapmadığım bir şeyi yapıp ilk yazdığım yazıdan itibaren oturdum hepsini en baştan tek tek okudum. gelen yorumlar da dahil..

zamanda yolculuk etmek duyguları körelmiş sandığım bugünkü beni epey sarstı.. 23 yaşındaki beni çocuk sanarken aslında şu an olduğumdan daha olgun ve umutlu gördüm.. o zamanki kalp acılarımı düşününce nasıl bu kadar olgun olabildin, helal olsun sana, seninle gurur duyuyorum, çok tatlısın dedim 6 yıl önceki halime..yalnızlığı ve çaresizliği sonuna kadar tecrübe eden halim bugünkü kuruntulu Gizem’e çok büyük bir ders verdi, afalladım.. yaş aldıkça daha da olgunlaşanlardan değil de küçükken inanılmaz olgun olup büyüdükçe biraz olsun çocuklaşmak isteyenlerden olduğumu fark ettim.. sonra döndüm bugüne.. öfkelendiğim, içerlediğim, üzüldüğüm her şeyi koydum önüme…

önümdekiler o kadar kalabalıktı ki, nefes alacak yer kalmadı bir süre. bir anda radyoda sıla çalmaya başladı. kaderin tatlı cilveleri derim ben buna hep.. hiç öyle dümdüz tesadüf değil mutlaka en beklemediğim anda bende izi olan bir şeyler düşer önüme, güzel bir mesaj gibi. niyeyse tutuldum ben bu şarkıya yine, tekrar tekrar dinledim.. oyalandığım yalan sevinçlerin hepsine tutunduğumu fark edip aldım çöpe attım. tek tek hepsiyle vedalaşıp içimi temizledim, yüklerimden kurtuldum. ha hiç kimseyi ve hiçbir şeyi affettim sanma, affetmedim hesaplaşmalarımı ilahi adaletin ellerine teslim ettim. elbet bir gün o büyük hesaplaşmalar da gerçekleşecek. er ya da geç, öyle veya böyle.. ama gerçekleşecek 🙂

kabuğuma çekildim artık, insanları gerektiği kadar dinliyorum. kendimi hiçbir şey için gereksiz üzmüyorum. hayatımın merkezinde at koşturan hiç kimse artık ortalıkta değil.. merkez de benim, hayatın kendisi de benim.. ne de olsa kalan tahmini süremiz belli değil, süreyle ilgili tahmin yapmak hele imkansız.. madem belirsiz her şey, akıntıya teslim olup kalan süreyi de kendimi parlatarak geçireceğim. bu saatten sonra parlamak isteyen benim hayatıma girip mola veremeyecek, yolculuklarında tamamen yalnızlar. tıpkı benim gibi ya da olmak istedikleri gibi 🙂

ne gelene yüzde yüz güvenle kollarımı açarım çılgınlar gibi ne de gidene kal derim. ne izin veririm artık hadsizliğe, ne de enerjimi tükettiririm.. çünkü ben psikolog değilim, psikiyatr hiç değilim.. sağlıksız insanları iyileştirip topluma kazandırma işi bana ait değil. belki biraz sert gelirim artık insanlara ama üzgün de değilim bunun için. çünkü kırdığımdan daha çok kırıldım her seferinde.. tahammül eşiğim 23 yaşında süresini doldurdu.. diyor ya kafeste sözler susuyor şimdi.. sözleri kafese kapatıp kuluçkaya yatma devri bitti, artık uçma vakti..

Öne Çıkan

Bir varmışım, bir yokmuşum…

dinle..

Bu satırları gözyaşlarımla beraber yazıyoruz, yine yeniden… Tamamen gelişine… Öyle içerledim, öyle üzüldüm ki kimseye bir şey söyleyemedim. Sustum, gizli gizli ağladım. Ele güne karşı gülüp eğlenirken, senin karşında güçlü durmak için can çekişirken aslında içim kanadıkça kanadı… Yaralarımı her sarmaya çalışmamda daha beter kanadım. Kimse bilmedi, inan ben çok kanadım…

Sonra çıktı karşıma anlat dedi, ben dinlerim o yaraları tek tek sararım… Önce afalladım, algılayamadım tabii oldum mu ben bir pır pır… Hadi gel de anlat anlatabilirsen. Bazen anlatamadım hep heyecandan… Bazen de anlatmaya hazırken O’na ulaşamadım. O’nun istediği gibi olmayınca da başladı işte…

”SEN DENGESİZSİN”

 ”SEN GERÇEKTEN SORUNLUSUN.”

Saydıkça saydı, ben sustukça o saydı. Bir baktım söylenen her söz, işittiğim her laf hep bu iki cümleye çıkıyor. Benimle ilgili başka bir tespit yok… Hepsi aynı! Neden dengesizim? Neden gerçekten ben sorunluyum? Susup oturduğum için mi? Böğüre böğüre değil de gizli saklı ağladığım için mi? Kimselere şikayet etmeyip yolumdaki engelleri tek başıma kaldırmaya çalıştığım için mi? Her düşüşümde tek başıma ayağa kalkmaya çalıştığım için mi? Artık duymak istemiyorum, tahammülüm kalmadı.

Diyor ya şarkıda  ”Kendi yarattığım düşmanlara yenildim” diye hakikaten öyle… Kime ne kadar çok konuşma fırsatı verdiysem beni konuştuğundan daha fazla kırdı. Ben bir kaybolup tekrar dirilemedim, ben her dirildiğimde illaki tekrar kayboldum… Acıdığını her hissettiğimde kayboldum ben. Kanayacağımı her fark ettiğimde yok oldum. Sonra dengesiz ilan edildim, sorunlu ilan edildim. Ne sorunluydum ne de dengesiz… Ha bir tek o’na buna göre şekil alamadım. Kimsenin şekline uymamak dengesizlikse pekala ben dengesizdim, ben sorunluydum…

Ben çok yoruldum.. Ön yargılardan, anladığı gibi anlamak isteyenlerden, hem yanlış anlayıp üstüne bir de o yanlışı bana kabul ettirmeye çalışanlardan… Gerçekten çok yoruldum. Daha fazla yorulmaya da mecalim yok. Önceden kendimi paralarken anlasınlar diye, şimdi susuyorum. Önceden doğruyu anlatmak için kendimi çatlatırken şimdi görüyorum ki hepsi boş… Sen ne yaparsan yap o zaten anlayacağını yiyip gelmiş, karnı tok. Anlatamazsın… E ben de avaz avaz susuyorum. Kendi inşa ettiğim kabuğumda bir başımayım, gelen yok ama giden çok… Kalan sağlar bizimse pek bir sağ da yok 🙂 Anılar ve acılar top oynuyor içerde…

Huyum böyle..

En karmaşık hikayelerin en zor bölümleri gibiymişim;

Bir varmışım bir yokmuşum…

Ha varmışım, ha yokmuşum…

Kimse bilmiyor…

Dinle.. taktım da biraz kendisine. Şu an bu satırlar yazılırken kulağımda çınlayan tek ses…

İçim çok sıkılıyor, öyle böyle değil. Her şeyden ve herkesten uzaklaştım ama yeterli değil, sanki daha da uzaklaşmam gerek. Üzerimde bir lanet varmış gibi… Kime gitsem, kime açsam kendimi hep yara bere içindeyim. Ne bir yara bandına sahibim ne de pansumana koşanım var, ilk yardım çağrısında bulunduklarım da hep ulaşılamayanlarda…

Çok ağlıyorum, uzun zamandır ağlayamadıklarımı biriktirmişim de pıt pıt döküyorum sanki. Kimse bilmiyor ama inan çok yalnızım… Bir de gerçekten çok yorulmuşum. Hangi ara bu kadar yoruldum? Neden yoruldum? Ne için, kim için kendimi bu kadar çok yordum? Cevap koca bir hiç! Hep hiçin peşinde koşup yoruldum. Kalbim inanılmaz acıyor inan kimse farkında değil. Ve kimsenin umrunda da değil. Neden olsun ki di mi? 🙂 Bilmem, belki de ben o kimseleri çok umursadığım için azıcık da olsa umursanma beklemişimdir… O kimselerin üzerine çok düşünce onlar da belki az biraz üzerime düşerler diye beklemişimdir, bekledim de, artık beklemiyorum tebrikler… Hepinize kocaman alkışlar… Beni yıkmayı güzel başardınız, sağlam yıkıldım. Teşekkürler..

Kendimi her şeyden ve herkesten uzaklaştırdım demiştim ya, instagramla vedalaşalı da aylar oldu. İyi ki de oldu! Allah gerçekten belasını versin o platformun. Umarım bir gün tüm bu teknoloji totolarda patlayacak kıvamda tersine döner. Nefret ediyorum sahteliklerinizden, boş işlerinizden, kırdığınız kalpleri onarmaya çalışmak yerine boş boş kovalamalarınızdan, ava çıkıp av olmanızdan, memnuniyetsizliğinizden, aç gözlülüğünüzden, doymak bilmeyen nefsinizden, rahatın size felaket bir şekilde batmasından… Her şeyinizden tiksiniyorum. Sayenizde ‘Güven’ benim için Vedat Türkali’nin güzel eserinden başka hiçbir anlam ifade etmeyen anlamsız bir kelime sadece. Elinize, yüreğinize sağlık…

Yaşıyorum…

Fonda hangi şarkının çalmasını isterim bilemedim, sana bıraktım. Şu an hangi şarkıyı dinliyorsan bana da yaz, dinleyeyim olur mu?

Çok uzun zaman oldu, kimileri yokluğumu fark edip bolca sitem etti, kimileri yaşadığımdan şüphe etti. Merak etme, yaşıyorum… Biraz çalkantılı zamanlar geçirdim, 8 ay boyunca güzel sustum, hiç yazmadım. Bi düştüm bi kalktım. Şimdi de dengemi bulmaya çalışıyorum. Mutluluktan çıldırdığım da oldu, ağlamaktan içimin dışına çıktığı da… Anlayacağın hayat bu 8 ayda pek düz gitmedi benim için. Çizgiler hep zik zak çizdi durdu. Şimdi sana mail düşer Gizem yazı paylaştı diye. Hahaha eminim şok olacaksın. Ben de şoktayım. Valla gelişine yazıyorum işte.

Düşünmekten çok yoruldum, akışına bırakma işiyse hiç benlik değil… Gerçekten yapamıyorum. Hiçbir şeye müdahale etmeden duramıyorum. E ama hayatta her şeye de müdahale edemiyor insan, bazı şeyler senin benim dışımda gelişiyor. Peki ben bunu anlıyor muyum? Asla! Her şey güzel olsun, her şey iyi olsun derken hep daha da kötüye gidiyor. Susup oturmak, beklemekse benim için dünyanın en zor işi… Bunu nasıl aşarım, nasıl bi çözüm üretirim bilemiyorum. Varsa fikrin valla paylaş, her fikre açığım.

Kendimi fazla tükettim, bir de 2018 i pek sevemedim. Sen sevdin mi? Güzel şeyler olmadı değil oldu tabii ama çirkinlikleri de maşallah pek bi yerindeydi.

Yoruldum, neşemi kaybettim, dağıldım. Bazen yorulmak ne bilmedim, ağlamayı unuttum çoğu zaman, yer yer çok derli topluydum dağılmak ne unuttum. İşte biraz daha enkazlarım var onları da halledersem her şey yoluna girecek.

Şimdi bu yazı burda dursun, belki görürsün, belki hiç görmezsin. Görürsen yaşam sinyalime karşılık verirsin belki. Ben yine gelirim merak etme, hoşçakal.

Büyüyorum…

dinle 🙂

Bu şarkıyı her dinlediğimde ister istemez geçmişime gidiyorum…

Hadi gel eşlik et bana… neredeyse bir 10 sene öncesi falan…

O zamanlar hayat benim için playlistimin etrafında dönüyor. Atarlıyım… hem de ne atar… Ben tek başıma, dünya sürüsüne bereket karşımda. Biri bir şey söylese, bir bakış atsa saldırıya hazırım. Herkese dikleniyorum, herkesten nefret ediyorum. Kimse beni anlamıyor, yapayalnızım. Kendimi anlatmak için de bir çabam yok he. Kendi kendime tribalim tutuyor, dünyaya küsüyorum.

”HERKESE LAF YETİŞTİRMEYİ MARİFET SANIYOR(D)UM”

Susmak büyük bir eziklik göstergesiydi benim için. Eğer susuyorsam kesin ezik büzük bir şey olurdum. Sesim hep çıkmalıydı. Hep konuşmalıydım, boş ya da dolu fark etmez. Konuşayım da nasıl olursa olsun. Susmak asalet falan değildi yani. Laf yetiştiremediğim anlar da oluyordu. O anlarda takıyorum kulaklıklarımı, başlatıyorum müziği… yürüyorum da yürüyorum. Ben hırsımı alamamışım hala doluyum ama yol bitiyor, ben durur muyum? yol bittikçe bittiği yerden tekrar başa dönüp aynı yolu gerisin geri yürüyorum… Hava kararıyor, hapishaneye dönüş başlıyor. Dipteyim, sondayım, depresyondayım anlayacağın… Hapishane de EV! Keşke her hapishane bizim ev gibi olsaydı, dünyada kötülük diye bir şey kalmazdı, gerçekten… E o zamanlar öyle gelmiyor tabii annemle öyle deli çatışıyorum ki, yaptığı, söylediği her şey bana batıyor. Muhtemelen benimkiler de ona batıyor(du)… Babama gelirsek o dünyanın en sessiz ve sakin insanı… Etliğe sütlüğe karışmıyor. Olan annemle bana oluyor… Hatta çoğu zaman olan sadece anneme oluyor… Bunu o zamanlar hiç anlamadım. Anlasam da anlamamazlığa vurdum. İkimiz de hatalar yaptık ama beraber büyüdük bu serüvende… Hatalarımızdan ders aldık. Annem bu hayatta sahip olduğum en özel varlık. O zamanlarda da hislerim böyleydi ama dile getirmezdim, belli edecek bir harekette de bulunmazdım… Aksini yapmak hep daha zevkliydi 🙂

Bunları sana anlatıyorum ya komik geliyor 🙂 ki o zaman bir gün yaşadığım iyi, kötü her şeyin bana komik geleceğini söyleseydin seninle kavga ederdim. Ve bir daha asla konuşmazdım seninle.

Şimdi öyle de bir duruldum ki… Gerçekten büyüyorum, bunu hissediyorum. Bir de susmak gerçekten güzel bir özellik. Tavsiye ederim. Bununla beraber kazandığın sabırsa paha biçilemez… Fırtınası bol bir ergenus gergenusluktan bu günlere geldim. Ailemi hep dinledim, sen de dinle. İnan söyledikleri her sözün altında bildikleri bir sürü şey var. Hayat tecrübelerle ilerliyor… ve onlar bu konuda bizden epey bir öndeler, kabul et.

Aile çok güzel bir şey. Bir gün sen de aile kuracaksın, belki de kurdun bile. Şanslısın! Hayatta parayla satın alamayacağın şeylerin de başında gelen bir şeye sahipsin. Haline şükret, teşekkürü dualarından eksik etme…

Ps : senin de varsa anlatmak istediklerin, benimle paylaşabilirsin…

Ağzı olan konuşuyor…

Yokluğumun üzerinden geçen bilmem kaçıncı günde işte yine karşınızdayım…

şunu da şuraya bırakayım dinlersiniz 🙂

Her gelişimde bu sefer son bir daha gitmeyeceğim dedim ve hep gittim! Valla ne söyleseniz haklısınız, utancım büyük… Affedin.

2 yıl önce bu blogu açarken birileri girip okur diye düşünmemiştim… Hatta uzun bir süre tek başıma takıldığımı sanıyordum, görüyorum ki yanılmışım. Maşallah bir sürü stalkerım varmış :)) Böyle hiç ummadığım anlarda maillere, mesajlara boğdunuz beni… Sağ olun, var olun…

Aslında ben hiç gitmedim, hep buradaydım… Hatta sürekli yazdım yazdım, sildim. Kelimelerin gideceği yerlerden korktuğum için sessizliği tercih ettim. Resmen bir hayalet oldum. Hayat bildiğin deneme yanılma yöntemiyle ilerliyor. Denemeden, yanılmadan öğrenemiyorsun hiçbir şeyi. Biraz da böyle takılayım bakalım nasıl olacak dedim. Denedim, yanıldım ve geldim.

Bu aralar inanılmaz doluyum, birilerine fena sataşasım var ama sabrım beni öyle bir tutuyor ki inan hayretler içerisindeyim. Bu kadar sabırlı olduğumu gerçekten bilmiyordum. Bilip bilmeden konuşanı mı dersin, üstüne vazife olmayan meselelere karışanı mı dersin, densiz densiz konuşanı mı dersin… türlü türlü modeller var böyle ağzı olduğu için konuşmayı marifet sanan. Sussan olmuyor, susmasan olmaz. Seni arafta bırakan modeller…

Sen kendini tutup susarken onlar seni susturduklarını sanıyorlar 🙂 sen kendine denk görmeyip cevap vermek için yorulma zahmetine girmezken, onlar konuştukça konuşuyorlar 🙂 bu durum sinir bozucu, hem de çok ama biliyor musun insan her duyduğuna cevap vermediğinde büyüyormuş, gerçekten anladım. Tabii susmayı çok abartmamak lazım. Konuşman gereken yerde de konuş. Sessiz kalma… Kimsenin seni ezmesine izin verme. Eğer beceremiyorsan bana ulaş, ben senin yerine hallederim 🙂 İnsanların laflarını ağızlarına tepmekte gayet iyiyim.

Arsızlığı, hadsizliği bir marifet sanıp, tüm aşağılık komplekslerini senin üzerinde atmaya çalışırlar.. İzin verme. Hepsine yol ver… gitsinler. Bu canı, bu hayatı sana onlar vermedi. Ve bu hayatta tek canın var. Ne nankör bir kedisin 9 canın olsun ne de bir oyun karakterisin ölüp ölüp dirilesin… Ben öyle yapıyorum. Kim beni azıcık bile olsa bunaltsa hadi güle güle… Çekemem! Uğraşamam! Bana ne? demeyi de Sana ne? demeyi de öğrendim, sana da tavsiye ederim.

İşte döndüm yine buraya. Tüm sustuğum şeyleri kusarım artık burda 🙂 nasıl olsa burası benim evim. Kime ne?

Hayattaki amacını otur bir sorgula… ne için varsın? Kim için varsın? Kendini geliştir… bir şeyler üret, bir şeyler öğren… Vaktin dolu dolu geçsin… Sonra kimseler üzemez seni. Kendinle mutlu olmayı öğrendiğinde hiç kimse deviremez seni…

Ağzı olan konuştukça sen inadına sus. Bozma efendiliğini… İsteyen istediğini düşünsün. Kimseye kendini kanıtlamak zorunda değilsin, gerçekten…

Nerelerdeydim?

Beni günün hangi saatinde okuyorsan, uzun bir aradan sonra tekrar merhaba. Vallahi pek yüzüm yok aslında 2017 ekimden beri ilk defa klavyenin başına geçip bir şeyler yazıyorum… Hafiften bir mahçubiyetim var, yok desem yalan olur. Hiçbir şey demeden sessiz sedasız bloguma trip attım aylarca. Ama geri geldim…

Aslında çoğu zaman inanılmaz niyetlendim ama hep vazgeçtim. Nedense elim gitmedi… Aramızda kalsın, biraz üşengecimdir de… Niye bu kadar kastım, niye bu kadar uzaklaştım inan bir açıklamam yok. Yazmadığım her gün içim içimi yedi, her gün bu sevimli dünyam benim içimi kemirdi… Bugün silkelendim demek istiyorum, yazdığın tüm mailleri ve yorumları okuyorum sevgili okuyucum.. 🙂

Artık bol bol görüşeceğiz demek istiyorum, merak etme 🙂

Geldim…

Günün hangi saatinde beni okuyorsun bilmiyorum ama hoş geldin 🙂 Biliyorum ben yine arayı fazla açtım… Gerçekten üzgünüm, bir yerlerde oturup beni okuduğunu ve yazılarımı beklediğini biliyorum, sana minnettarım… Bir daha bu kadar uzun ayrı kalmayacağız, SÖZ !

Bugün tamamen doğaçlama playlistime göre şekillenecek bu yazı tık tık 🙂

Epeydir klavyenin başına geçemiyorum, yaklaşık 3 aydır, ki 3 aydır sorguluyorum neden? neden yazmıyorsun? Çünkü çok fazla düşünüyorum ve düşüncelerimi yazıya dökememekten çok korkuyorum ama bugün sorgulamalarımın sonuna geldim ve dedim ki kendi kendime hayatında yıkamadığın bir şeyleri darmadağın et, sonra kafamı çevirdim ve kitaplığımda daha kapağını açmadığım 12576 defterle göz göze gelip hepsini masamın üzerine dizdim, aldım elime rastgele bir tanesini ve başladım yazmaya. İnanır mısın çok rahatladım, baktım ki ben yığdıkça yığıyorum, biriktirdikçe daha fazla ekliyorum üstüne, sadece defterlerimi değil birçok şeyi ! Hayatımdaki takıntılarımı ufak ufak değil bayağı bir anda takıntı olmaktan çıkarmaya başladım. Mükemmel hissediyorum.

Mutluluk o kadar kolay ki asıl zor olan mutsuzluk inan…

Hayatını sevmen için ve mutlu olman için hep bir neden arıyorsun, bence nedenlerinin en başında sevilmek geliyor. Sevilmek için gerçekten çaba harcıyorsun, halbuki sevilmek için harcadığın çabayı takıntılarından kurtulup hayatı sevmek için harcasan, sevilmek kendiliğinden gelecek o zaman.

Peki hayatı nasıl mı seveceksin?

Mesela her sabah kalktığında aldığın nefesi hissedebiliyor musun?

Hayal kurabiliyor musun?

Yolda yürürken ağaçlara bakabiliyor musun?

Gündüzün gecene karışmadan bu ikisinin ayrımını yapabilecek kadar canlı mısın?

Gözyaşı dökebilecek kadar cesur, kocaman kahkahalar atabilecek kadar vurdumduymaz mısın?

Yağmurun yağışını izleyebiliyor musun?

Acıktığında karnını doyurabilecek kadar yemeğin var mı?

Fazla değil, bir tane bile kahve içip dertleşebileceğin eşin, dostun, arkadaşın var mı?

Ellerin var mı?

Ayakların,

Gözlerin,

Hislerin?..

O kadar çok ki sayabileceklerim, hayatı sevmek için onca nedenin varken; sevmemek için kendine işkence etmeyi bırak. Hayat ölümüyle, kalımıyla, iyisiyle ve kötüsüyle devam ediyor, edecek. Var olduğun ve sınandığını bildiğin bu hayatta hiçbir şey için geç değil, UNUTMA.

Tabii ki her gün gülemezsin, her gün mutlu olamazsın. Ama yine de sen pencereni açık bırak. O pencerene rüzgarlar vuracaktır, bana güven. Odana girip tatlı tatlı dolanacaklardır, he tabii ki hava hep aynı kalmayacağı için o da geri çıkıp gidecektir, Pes Etme! sen de kalk peşinden çık cam kenarına etrafına bak. Yoldan geçen insanları izle, sokakta oynayan çocuklar varsa onları izle ya da gökyüzüne bak. Bilirim, sen istedikten sonra tüm göğü sığdırırsın o bir kaç metrekarelik cam kenarına…

11.22.63 !!!

rehost%2F2016%2F9%2F14%2F80b0dde4-eaa4-45db-8b77-038bdab9ada2.jpg

 

22 Kasım 1963’te Dallas’ta üç el silah sesi duyuldu, başkan Kennedy öldü ve tarih yeniden yazıldı.
Peki, ya geçmişi değiştirme şansınız olsaydı?

Bir zaman yolculuğu hikayesi anlatan  11/22/63, lisede İngilizce öğretmeni olan ( favori yakışıklılarımdan  JAMES FRANCO ) Jake Epping karakterini merkeze alıyor. Bir lokantanın deposunun geçmişe açıldığını fark eden ve zamanda geriye giden Epping, John F. Kennedy suikastini önlemeye çalışacak, ancak işler hiç umduğu gibi gitmeyecek.

Her ne kadar Franco gerçek hayatta cinsel yönelimini açıklayıp bizleri şaşırtmış olsa da dizide adam gibi adam !! 🙂 izlemeye değer, hele hele benim gibi Stephen King manyakları varsa aranızda mutlaka izlesinler, manyağı olmayan da izlesin zaten 8 bölüm mini minnacık bir dizi. Ben kitabını da okuyarak ekstra bir manyaklık yapmıştım vakti zamanında.

Boş ver takma kafana …

Belki de kendimi bildim bileli sıkça duyduğum ve artık ne kadar anlamsız olduğuna daha çok inandığım, insanların söyleyecek söz bulamadıklarında öylesine başlarından savmak için söyledikleri bir cümle …

Ama şimdi anlıyorum ki çok doğruymuş.

Özellikle yaşadığımız coğrafyada hepimiz ister istemez böyle yaşamıyor muyuz? Ailem ne der? Akrabalarım ne der? Konu komşu ne der? diye diye 3 günlük ömrümüzü ziyan etmiyor muyuz? Bu yüzden değil mi bu kadar memnuniyetsiz ve mutsuz olmamız? Bu yüzden değil mi bir türlü hayallerimizin peşinden koşamayışımız?…

Her şeyden önce bu senin hayatın ve kimseyi ilgilendirmez. Milletin ağzı torba değil ki büzesin. Konuşurlar, konuşurlar … işleri bu. Bununla besleniyorlar. Ama hayat senin, onların değil… Seni yönetmelerine izin verme.

Senin için neyin iyi olduğunu senden başka kimse bilemez. Bu hayatı yaşayan sensin. Sorunlar senin, yaşadığın olaylar sana özel. En derinlerinde içini bilen yine sensin. Sana senden başkasının yararı olmaz. Senin ne yaşadığını kimse bilmez. Bazılarımızın kimsenin bilmediği sırları vardır, bazılarımız gerçekten çok zor bir hayat yaşamış ya da yaşıyor olabiliriz. Bütün bu yaşanmışlıklar, travmalar bizim günlük yaşantımızı, karakterimizi ve hareketlerimizi etkiliyor maalesef. Bu yüzden, senin yaşadıklarını yaşamamış kişilerin senin hakkında bir şeyler söylemesi hem çok saçma hem de çok anlamsız. Yani demem o ki seni tanımayan birinin sözlerini önemsemen için hiçbir sebebin yok.

Hayatında hiçbir şekilde yeri olmayan, belki ömrün boyunca bir daha hiç görmeyeceğin insanların ne söylediğini umursamamalısın. Onlar sadece bir otobüs yolculuğunda yanından hızlıca geçip gittiğin elektrik direkleri gibidirler. Karşına yüzlercesi çıkar ama sonuçta hepsi geride kalır. Hem başkalarının seninle ilgili ne söylediğini sürekli düşünmek, söyledikleri şeyler için üzülmek senin tüm enerjini alır. Kendimden biliyorum 🙂 Daha mutsuz ve ağlak bir gün geçirmek istemiyorsan bu insanları bir kenara bırakmalısın dostum.

Benim hayatım benim kararlarım, senin hayatın senin kararların… Kime ne? Sıla’nın da dediği gibi 2 satırlık adamları neden musallat ediyoruz ki ömrümüze?

HERKESİ MEMNUN ETMEK İMKANSIZ.

İmkansızın peşinden koşma. Yorulursun… Yaptıklarınla herkesi mutlu etmeyi bekliyorsan daha çok beklersin. Çünkü herkesi aynı anda tatmin edemezsin. O yüzden başkalarının mutluluğundan çok kendi mutluluğuna bak. Sencil olma bencil ol. Hem insanlar kendilerini o kadar da ciddiye almıyor. Bazı şeyleri sırf söylemek için söyleyebiliyor, laf olsun torba dolsun… Daha kendisini ciddiye almamış bir insanın seninle ilgili ahkam kesmesini umursama !

HAYATINI YAŞA !

Son kez söylüyorum. 3 günlük dünya. Ortalama 65 yıl… Başkaları ne söylerse söylesin, ne düşünürse düşünsün önünde yalnızca sana ait olan ve her an sona erebilecek bir hayat var. İstediklerini yapmayı kimse engellemesin.