kalan tahmini süre..

dinle…

bende bir huy var, yazdığım şeyleri buraya post attıktan sonra asla açıp bir daha okumuyorum.. hatta yazarken bile gelişine yazıp bir önceki cümlem ne ona bile bakmıyorum.. birkaç gün önce hiç yapmadığım bir şeyi yapıp ilk yazdığım yazıdan itibaren oturdum hepsini en baştan tek tek okudum. gelen yorumlar da dahil..

zamanda yolculuk etmek duyguları körelmiş sandığım bugünkü beni epey sarstı.. 23 yaşındaki beni çocuk sanarken aslında şu an olduğumdan daha olgun ve umutlu gördüm.. o zamanki kalp acılarımı düşününce nasıl bu kadar olgun olabildin, helal olsun sana, seninle gurur duyuyorum, çok tatlısın dedim 6 yıl önceki halime..yalnızlığı ve çaresizliği sonuna kadar tecrübe eden halim bugünkü kuruntulu Gizem’e çok büyük bir ders verdi, afalladım.. yaş aldıkça daha da olgunlaşanlardan değil de küçükken inanılmaz olgun olup büyüdükçe biraz olsun çocuklaşmak isteyenlerden olduğumu fark ettim.. sonra döndüm bugüne.. öfkelendiğim, içerlediğim, üzüldüğüm her şeyi koydum önüme…

önümdekiler o kadar kalabalıktı ki, nefes alacak yer kalmadı bir süre. bir anda radyoda sıla çalmaya başladı. kaderin tatlı cilveleri derim ben buna hep.. hiç öyle dümdüz tesadüf değil mutlaka en beklemediğim anda bende izi olan bir şeyler düşer önüme, güzel bir mesaj gibi. niyeyse tutuldum ben bu şarkıya yine, tekrar tekrar dinledim.. oyalandığım yalan sevinçlerin hepsine tutunduğumu fark edip aldım çöpe attım. tek tek hepsiyle vedalaşıp içimi temizledim, yüklerimden kurtuldum. ha hiç kimseyi ve hiçbir şeyi affettim sanma, affetmedim hesaplaşmalarımı ilahi adaletin ellerine teslim ettim. elbet bir gün o büyük hesaplaşmalar da gerçekleşecek. er ya da geç, öyle veya böyle.. ama gerçekleşecek 🙂

kabuğuma çekildim artık, insanları gerektiği kadar dinliyorum. kendimi hiçbir şey için gereksiz üzmüyorum. hayatımın merkezinde at koşturan hiç kimse artık ortalıkta değil.. merkez de benim, hayatın kendisi de benim.. ne de olsa kalan tahmini süremiz belli değil, süreyle ilgili tahmin yapmak hele imkansız.. madem belirsiz her şey, akıntıya teslim olup kalan süreyi de kendimi parlatarak geçireceğim. bu saatten sonra parlamak isteyen benim hayatıma girip mola veremeyecek, yolculuklarında tamamen yalnızlar. tıpkı benim gibi ya da olmak istedikleri gibi 🙂

ne gelene yüzde yüz güvenle kollarımı açarım çılgınlar gibi ne de gidene kal derim. ne izin veririm artık hadsizliğe, ne de enerjimi tükettiririm.. çünkü ben psikolog değilim, psikiyatr hiç değilim.. sağlıksız insanları iyileştirip topluma kazandırma işi bana ait değil. belki biraz sert gelirim artık insanlara ama üzgün de değilim bunun için. çünkü kırdığımdan daha çok kırıldım her seferinde.. tahammül eşiğim 23 yaşında süresini doldurdu.. diyor ya kafeste sözler susuyor şimdi.. sözleri kafese kapatıp kuluçkaya yatma devri bitti, artık uçma vakti..

yalnızken günler sanki yıllarmış gibi geliyor..

tam iki yıl sonra gelip şu ekrana bir şeyler karalayabilmek o kadar zor geldi ki…

dinle…

geçtiğimiz iki yılda o kadar çok şey oldu ki nerden başlayıp nasıl devam edeceğim inan bilmiyorum.. ama deneyeceğim.

yazmaya yazmaya klavyeyi kullanmayı da unutmuşum. hatta şu yukardaki şarkının bağlantısı nasıl ekleniyordu diye tam 15 dakika uğraştım… Bilgisayarda yazı yazmak şu an çok ciddi bir kabus benim için, inanamazsın… 2 yılda wordpress acayip değişmiş, klavyemle de ilişkim de tek parmakla tek tek harflere basa basa yazma savaşı veren yaşlı teyzeler gibi ama pes etmeyeceğim.

hazırsan başlayalım…

öncelikle kapaktaki fotoğraf karesi tekrar tekrar bıkmadan izleyeceğim satc’nin en hüngür hüngür ağlamalı, insanı tripten tribe sokan bölümünde kızımızın acılar içinde kıvransa da yüzüne taktığı sahte gülümseme maskesiyle aşkından ölüp bittiği adama alay eder halde veda edişinden… 🙂

her neyse..

bu akşam biraz hava alayım markete gideyim hem de yürümüş olurum dedim, telefonumu da evde şarja bıraktım hemen dönerim diye.. sonra dönemedim, o market işi biraz daha yürüyeyime döndü, yürüyüş bi kahve içeyime dönüştü ve kendimi evin yakınında bir kafeye resmen pijamalarımla atmış halde buldum, kahvemi içtim.. düşündüm durdum. kendi kendimle sohbet ettim sonra da dedim ki eve gittiğinde o bilgisayarın başına geç ve kafanda dönen her şeyi olmasa da bir kısmını otur yaz.. haddinden fazla öteledin artık yaz! dedim..

bugün benim için gerçekten bir milat olsun ve bugünü asla unutmayayım diye kendimi itekleyerek evime, yani bu sayfaya sürükledim… işte şimdi buradayım.. İnsan evine gitmeye korkar mı? ben tam 2 sene korkudan kafayı yedim. yazamam, yapamam diyerek kendimi körelttim.. ödüm koptum burayı açıp bakmaya ama çok özlemişim, yazmaya çalışırken fark ettim..

en son nerede kaldık hatırlamıyorum ama depresifliğim azalarak tükenmedi, artarak çoğaldı… iki sene içinde kendimi kaybettim, ağladım, zırladım, dolu dolu eğlendim, güldükçe güldüm ama gülerken fark ettim ki içim hep ağlamaya devam etmiş..

travmalarım bir bir gün yüzüne çıktılar, hepsiyle teker teker selamlaştım, evime davetsiz misafir olarak geldiler.. kısa süreliğine misafir ederim sandım ama resmen bana yerleştiler, kovmayı beceremedim… sonra kovma cesaretimin olmaması beni koca bir tembele dönüştürdü.. tembelliğim öyle bir hal aldı ki her şeyin farkında olup kılımı bile kıpırdatamadım. hareket etmeye yeltendiğim her an daha da sert çakıldım yere, düştükçe düştüm ve yerden kalkmak bana ölüm gibi geldi, resmen dibi gördüm..

affedemediğim herkesi affettim diye kendimi kandırırken içten içe hiçbirini affetmeyip kinimi ve nefretimi büyüttüm.. artık kabullendim, bunun için hiç üzgün de değilim ne yazık ki hiçbirinizi affetmiyorum, affetmeyeceğim de..

şarkının bir yerinde inanılmaz dramatik bir tonda ‘yalnızken günler sanki yıllarmış gibi geliyor’ diyor, gerçekten öyle.. o kadar yalnız kaldım ki sanki ömrümden bir elli sene gitmiş gibi hissettim. insanın kendi kendisiyle hesaplaşma süreci de aşırı sancılı biliyor musun.. kıvranıyorsun resmen sancıdan, ölüyorum herhalde diyorsun ama ölmüyor sürünüyorsun… ağlamak istiyorsun ama göz yaşın yok.. ağlıyorum sanıp dökebildiğin birkaç damla göz yaşının buzdan bir hançer olup kalbine sağlandığından da haberin yok. bir de üstüne hançerler kalbini delip geçerken sürünme halindeki çaresizlikse iğrenç bir şey. hani derler ya her şeyin çaresi var bu hayatta yalnızca ölümün yok diye, palavra! bu hayatta bir ölümün, bir de cevapsız soruların çözümü yok.. çok denedim ama cevapsız kalan sorularımın hiçbirine bir cevap alamadım, karşılığında muhatap olacak birini de göremedim.. ve çok bilendim, ruhum en keskin bıçaktan daha keskin şimdi…

Kalbim inanılmaz kırık, toparlayabilir miyim bilmiyorum.. belirsizliklerim haddinden fazla kurtulabilir miyim bilmiyorum.. eski gücüme kavuşur muyum hiç bilmiyorum.. ama denemeye çalışacağım.. bu ilk kırılmam değil, belki son da olmayacak. her kırıldığımda kırık parçaları birleştirmeye çalışırken artık kırıkları ortadan kaldırmaya tenezzül bile etmeyeceğim..buzdan hançerlerimin hedefi artık ben olmayacağım. çok yorgunum, nefes almak bile bazen yoruyor beni ama çok nefret etsem de bu sözden, hayat devam ediyor..

uyuyordum…

Çok uzun zamandır uyanamadığım derin bir uykudaydım. Şimdi yeni yeni uyanmaya başladım… buralara uğramayalı neredeyse iki yıl olacak! neden bu kadar çok açtım arayı bilmiyorum, gerçekten… her gün yazmaya niyetlenip sonra bir anda amaaan boşver moduna girdim durdum. biliyorum her post atışımda bir daha asla gitmeyeceğim sürekli yazacağım diye kendimi motive edip iteklemeye çalıştım, onu da beceremedim. Yazamıyordum, çünkü hiç dinlemiyordum.. hiç kimseyi, hiçbir şeyi, kendimi… dinleyemedikçe yazamadım işte… bence alıştık da zaten bu duruma.. dur bakalım, değiştiririz belki.

of be! nerdeyse iki sene.. okul bitti sonunda yavrum. artık diplomalı bir orman mühendisiyim! hahaha. yüksek lisansa da başladım. ve evet hâlâ yalnızım 🙂 bu kesinlikle benim tercihim.. ve tercihlerimin sonuna kadar arkasındayım. ( iyi b*k yiyorsun hahahah. )

muhtemelen daha önce dinlemişizdir ama yine dinleyelim be…

nasıl geçiyor günlerin? neler yapıyorsun? ben aynı bildiğin gibiyim valla.. bir tek her şeye ve herkese küsmüş vaziyetteyim artık. bıktım, tahammülüm kalmadı hiçbir şeye ve hiç kimseye. iyi müziklere, güzel dizilere, eşsiz kitaplara adadım kendimi… bir de zift gibi kahve içenler sürüsüne katıldım… sevmeye sevmeye de olsa öyle içiyorum artık kahveyi. Yürüyüşe başladım, aldıklarımızı verme zamanı geldi çünkü ahaha. Friends’i baştan sona izledim yine… ömür boyu da izleyeceğim. Bir ara depresyonda mıyım değil miyim diye sancılar çektim durdum, neyse ki değilmişim huzura erdim.. yerli yersiz konuşan bir sürü insanla yollarımı ayırdım. her yol ayrımında başka bir densize denk gelip ona da kapıları kapattım. Bol bol sustum, hiç takmıyormuş gibi görünsem de haddinden fazla taktım. taktıklarımdan kurtulmam çok zor oldu, hâlâ bir kısmıyla savaş halindeyim ama merak etme kurtulacağım.

bana benden başka kimseden fayda yoktu biliyordum ama belkilerim de vardı, o belkilerle de vedalaştım. inancımı da güvenimi de sevgimi de saygımı da kendime sakladım. hak edene hak ettiğini bile vermekle uğraşmıyorum artık. gelen gelir, gelmeyenin keyfi bilir 🙂

Hissizleştim.. evet, özellikle bazı şeylere karşı feci bir hissizlik var bende artık. önceden böğüre böğüre ağladığım şeylere artık gülüp geçiyorum. Bazen insanlar umduklarını bulamadıklarında inanılmaz çirkinleşiyorlar, onlara uymamayı öğrendim. uyanıyorum işte, yavaş yavaş ama azimle.. Fark ettim ki sabır benim en büyük sınavım ve ben bu sınav yüzünden sınıfta kalmaktan bıktım. Sabrı öğreneceğim herkese ve her şeye inat, bak gör…

Gerçek misin?

dinle…

Sene 2007…

Bundan tam 12 sene önce…

Muhteşem bir Şebo konseri…

Ve Giresun’da ergenliğiyle savaşan bir Gizem…

Konsere ne yaşı tutuyor ne de kendisi İstanbul’da…

Böğüre böğüre ağlamıştım. Yaşıma ayrı Giresun’da yaşıyor olmama ayrı saydırmıştım. Neden 18 değildim ki? Neden 18 olup evden kaçıp İstanbul’a gidemiyordum ki? 🙂 Neden? Neden…

Aylarca konuşulmuştu bu konser, çevremde müzik zevkine güvendiğim dert ortaklarımla oturup saatlerce ağlamıştık. Bir an önce 18 olup İstanbul’a gitmemiz gerekiyordu, hayat ordaydı… Biz hayatı kaçırıyorduk…

Tabii benim bu ağlamalarım sanki bir yakınımı kaybetmişimden beter hallere bürününce canım ailem derin bir araştırma sonucu bana o muhteşem konserin ertesi günü neredeyse her yerde tükenen dvd kaydını bulup almışlardı… Gerçekten inanılmaz bir aileye sahip olduğumu o zamanlar çok idrak edemesem de (ki idrak edemediğimi şu anki aklımla söylüyorum) o gün aklımın erdiği kadarıyla bu inanılmazlığı elimden geldiğince belli etmiştim, yani sanırım etmiştim…

Walkman’ler yerini yavaş yavaş discman’lere bırakmış. Tabii trendleri herkesten önce takip edip, her çıkan son teknolojiye sahip olduğum için dvd evde yatıya kalamadı hiç… Okula gidip gelirken, asiliğim tutup kendimi sahilde yürümeye vururken, markete giderken, ekmek almaya giderken, uyurken, hatta o dönem gıcıklığına sırf hocayı kıl etmek için din dersinde bile kulaklarımdan eksik olmadı.

Şimdi aradan geçen 12 yıla rağmen, kulağımda bu şarkı çalarken ben hâlâ 14 yaşındayım… Hâlâ asiyim, hâlâ aynı hislerle dinliyorum bu şarkıyı. Hâlâ Dünya’yı alt etmeye çalışıyorum… Bir şekilde onu çözmeye çalışıyorum. Hâlâ içindekilerle savaşıyorum. Anlam veremediğimde, tıkandığımda deliye dönüyorum. İçim soru işaretleriyle dolu… Sorduğum sorular ve alamadığım bir sürü cevap var. Artan kaygılarım ve bitmeyen şüphelerim var…

Ne şüphelerimi gidermeye çalışan biri var… Ne kaygılarımla kaygılananım ne de benim için bir şeyler yapanım var… Çok şükür inanılmaz bir ailem ve de sağlığım var. Başka da hiçbir şeyim, hiç kimsem yok… İçinde döne döne yuvarlanıp her seferinde kaybolduğum bir labirentteyim. Sesimi duyan yok. Çünkü emeksiz hiçbir halt olmuyor, tek taraflı emekle de götürdüğüm yere kadar gidiyor. Aman ben yoruldum azıcık da sen götür diyebileceğim kimse yok… Sen götürmesen de ben seni hep taşırım diyebilenim de yok… Artık kıymetimi bilecekler diye de bir beklentim yok. Hiç merak etmesinler… 🙂

Kimse bilmiyor…

Dinle.. taktım da biraz kendisine. Şu an bu satırlar yazılırken kulağımda çınlayan tek ses…

İçim çok sıkılıyor, öyle böyle değil. Her şeyden ve herkesten uzaklaştım ama yeterli değil, sanki daha da uzaklaşmam gerek. Üzerimde bir lanet varmış gibi… Kime gitsem, kime açsam kendimi hep yara bere içindeyim. Ne bir yara bandına sahibim ne de pansumana koşanım var, ilk yardım çağrısında bulunduklarım da hep ulaşılamayanlarda…

Çok ağlıyorum, uzun zamandır ağlayamadıklarımı biriktirmişim de pıt pıt döküyorum sanki. Kimse bilmiyor ama inan çok yalnızım… Bir de gerçekten çok yorulmuşum. Hangi ara bu kadar yoruldum? Neden yoruldum? Ne için, kim için kendimi bu kadar çok yordum? Cevap koca bir hiç! Hep hiçin peşinde koşup yoruldum. Kalbim inanılmaz acıyor inan kimse farkında değil. Ve kimsenin umrunda da değil. Neden olsun ki di mi? 🙂 Bilmem, belki de ben o kimseleri çok umursadığım için azıcık da olsa umursanma beklemişimdir… O kimselerin üzerine çok düşünce onlar da belki az biraz üzerime düşerler diye beklemişimdir, bekledim de, artık beklemiyorum tebrikler… Hepinize kocaman alkışlar… Beni yıkmayı güzel başardınız, sağlam yıkıldım. Teşekkürler..

Kendimi her şeyden ve herkesten uzaklaştırdım demiştim ya, instagramla vedalaşalı da aylar oldu. İyi ki de oldu! Allah gerçekten belasını versin o platformun. Umarım bir gün tüm bu teknoloji totolarda patlayacak kıvamda tersine döner. Nefret ediyorum sahteliklerinizden, boş işlerinizden, kırdığınız kalpleri onarmaya çalışmak yerine boş boş kovalamalarınızdan, ava çıkıp av olmanızdan, memnuniyetsizliğinizden, aç gözlülüğünüzden, doymak bilmeyen nefsinizden, rahatın size felaket bir şekilde batmasından… Her şeyinizden tiksiniyorum. Sayenizde ‘Güven’ benim için Vedat Türkali’nin güzel eserinden başka hiçbir anlam ifade etmeyen anlamsız bir kelime sadece. Elinize, yüreğinize sağlık…

Bir varmışım, bir yokmuşum…

dinle..

Bu satırları gözyaşlarımla beraber yazıyoruz, yine yeniden… Tamamen gelişine… Öyle içerledim, öyle üzüldüm ki kimseye bir şey söyleyemedim. Sustum, gizli gizli ağladım. Ele güne karşı gülüp eğlenirken, senin karşında güçlü durmak için can çekişirken aslında içim kanadıkça kanadı… Yaralarımı her sarmaya çalışmamda daha beter kanadım. Kimse bilmedi, inan ben çok kanadım…

Sonra çıktı karşıma anlat dedi, ben dinlerim o yaraları tek tek sararım… Önce afalladım, algılayamadım tabii oldum mu ben bir pır pır… Hadi gel de anlat anlatabilirsen. Bazen anlatamadım hep heyecandan… Bazen de anlatmaya hazırken O’na ulaşamadım. O’nun istediği gibi olmayınca da başladı işte…

”SEN DENGESİZSİN”

 ”SEN GERÇEKTEN SORUNLUSUN.”

Saydıkça saydı, ben sustukça o saydı. Bir baktım söylenen her söz, işittiğim her laf hep bu iki cümleye çıkıyor. Benimle ilgili başka bir tespit yok… Hepsi aynı! Neden dengesizim? Neden gerçekten ben sorunluyum? Susup oturduğum için mi? Böğüre böğüre değil de gizli saklı ağladığım için mi? Kimselere şikayet etmeyip yolumdaki engelleri tek başıma kaldırmaya çalıştığım için mi? Her düşüşümde tek başıma ayağa kalkmaya çalıştığım için mi? Artık duymak istemiyorum, tahammülüm kalmadı.

Diyor ya şarkıda  ”Kendi yarattığım düşmanlara yenildim” diye hakikaten öyle… Kime ne kadar çok konuşma fırsatı verdiysem beni konuştuğundan daha fazla kırdı. Ben bir kaybolup tekrar dirilemedim, ben her dirildiğimde illaki tekrar kayboldum… Acıdığını her hissettiğimde kayboldum ben. Kanayacağımı her fark ettiğimde yok oldum. Sonra dengesiz ilan edildim, sorunlu ilan edildim. Ne sorunluydum ne de dengesiz… Ha bir tek o’na buna göre şekil alamadım. Kimsenin şekline uymamak dengesizlikse pekala ben dengesizdim, ben sorunluydum…

Ben çok yoruldum.. Ön yargılardan, anladığı gibi anlamak isteyenlerden, hem yanlış anlayıp üstüne bir de o yanlışı bana kabul ettirmeye çalışanlardan… Gerçekten çok yoruldum. Daha fazla yorulmaya da mecalim yok. Önceden kendimi paralarken anlasınlar diye, şimdi susuyorum. Önceden doğruyu anlatmak için kendimi çatlatırken şimdi görüyorum ki hepsi boş… Sen ne yaparsan yap o zaten anlayacağını yiyip gelmiş, karnı tok. Anlatamazsın… E ben de avaz avaz susuyorum. Kendi inşa ettiğim kabuğumda bir başımayım, gelen yok ama giden çok… Kalan sağlar bizimse pek bir sağ da yok 🙂 Anılar ve acılar top oynuyor içerde…

Huyum böyle..

En karmaşık hikayelerin en zor bölümleri gibiymişim;

Bir varmışım bir yokmuşum…

Ha varmışım, ha yokmuşum…

Yaşıyorum…

Fonda hangi şarkının çalmasını isterim bilemedim, sana bıraktım. Şu an hangi şarkıyı dinliyorsan bana da yaz, dinleyeyim olur mu?

Çok uzun zaman oldu, kimileri yokluğumu fark edip bolca sitem etti, kimileri yaşadığımdan şüphe etti. Merak etme, yaşıyorum… Biraz çalkantılı zamanlar geçirdim, 8 ay boyunca güzel sustum, hiç yazmadım. Bi düştüm bi kalktım. Şimdi de dengemi bulmaya çalışıyorum. Mutluluktan çıldırdığım da oldu, ağlamaktan içimin dışına çıktığı da… Anlayacağın hayat bu 8 ayda pek düz gitmedi benim için. Çizgiler hep zik zak çizdi durdu. Şimdi sana mail düşer Gizem yazı paylaştı diye. Hahaha eminim şok olacaksın. Ben de şoktayım. Valla gelişine yazıyorum işte.

Düşünmekten çok yoruldum, akışına bırakma işiyse hiç benlik değil… Gerçekten yapamıyorum. Hiçbir şeye müdahale etmeden duramıyorum. E ama hayatta her şeye de müdahale edemiyor insan, bazı şeyler senin benim dışımda gelişiyor. Peki ben bunu anlıyor muyum? Asla! Her şey güzel olsun, her şey iyi olsun derken hep daha da kötüye gidiyor. Susup oturmak, beklemekse benim için dünyanın en zor işi… Bunu nasıl aşarım, nasıl bi çözüm üretirim bilemiyorum. Varsa fikrin valla paylaş, her fikre açığım.

Kendimi fazla tükettim, bir de 2018 i pek sevemedim. Sen sevdin mi? Güzel şeyler olmadı değil oldu tabii ama çirkinlikleri de maşallah pek bi yerindeydi.

Yoruldum, neşemi kaybettim, dağıldım. Bazen yorulmak ne bilmedim, ağlamayı unuttum çoğu zaman, yer yer çok derli topluydum dağılmak ne unuttum. İşte biraz daha enkazlarım var onları da halledersem her şey yoluna girecek.

Şimdi bu yazı burda dursun, belki görürsün, belki hiç görmezsin. Görürsen yaşam sinyalime karşılık verirsin belki. Ben yine gelirim merak etme, hoşçakal.

Büyüyorum…

dinle 🙂

Bu şarkıyı her dinlediğimde ister istemez geçmişime gidiyorum…

Hadi gel eşlik et bana… neredeyse bir 10 sene öncesi falan…

O zamanlar hayat benim için playlistimin etrafında dönüyor. Atarlıyım… hem de ne atar… Ben tek başıma, dünya sürüsüne bereket karşımda. Biri bir şey söylese, bir bakış atsa saldırıya hazırım. Herkese dikleniyorum, herkesten nefret ediyorum. Kimse beni anlamıyor, yapayalnızım. Kendimi anlatmak için de bir çabam yok he. Kendi kendime tribalim tutuyor, dünyaya küsüyorum.

”HERKESE LAF YETİŞTİRMEYİ MARİFET SANIYOR(D)UM”

Susmak büyük bir eziklik göstergesiydi benim için. Eğer susuyorsam kesin ezik büzük bir şey olurdum. Sesim hep çıkmalıydı. Hep konuşmalıydım, boş ya da dolu fark etmez. Konuşayım da nasıl olursa olsun. Susmak asalet falan değildi yani. Laf yetiştiremediğim anlar da oluyordu. O anlarda takıyorum kulaklıklarımı, başlatıyorum müziği… yürüyorum da yürüyorum. Ben hırsımı alamamışım hala doluyum ama yol bitiyor, ben durur muyum? yol bittikçe bittiği yerden tekrar başa dönüp aynı yolu gerisin geri yürüyorum… Hava kararıyor, hapishaneye dönüş başlıyor. Dipteyim, sondayım, depresyondayım anlayacağın… Hapishane de EV! Keşke her hapishane bizim ev gibi olsaydı, dünyada kötülük diye bir şey kalmazdı, gerçekten… E o zamanlar öyle gelmiyor tabii annemle öyle deli çatışıyorum ki, yaptığı, söylediği her şey bana batıyor. Muhtemelen benimkiler de ona batıyor(du)… Babama gelirsek o dünyanın en sessiz ve sakin insanı… Etliğe sütlüğe karışmıyor. Olan annemle bana oluyor… Hatta çoğu zaman olan sadece anneme oluyor… Bunu o zamanlar hiç anlamadım. Anlasam da anlamamazlığa vurdum. İkimiz de hatalar yaptık ama beraber büyüdük bu serüvende… Hatalarımızdan ders aldık. Annem bu hayatta sahip olduğum en özel varlık. O zamanlarda da hislerim böyleydi ama dile getirmezdim, belli edecek bir harekette de bulunmazdım… Aksini yapmak hep daha zevkliydi 🙂

Bunları sana anlatıyorum ya komik geliyor 🙂 ki o zaman bir gün yaşadığım iyi, kötü her şeyin bana komik geleceğini söyleseydin seninle kavga ederdim. Ve bir daha asla konuşmazdım seninle.

Şimdi öyle de bir duruldum ki… Gerçekten büyüyorum, bunu hissediyorum. Bir de susmak gerçekten güzel bir özellik. Tavsiye ederim. Bununla beraber kazandığın sabırsa paha biçilemez… Fırtınası bol bir ergenus gergenusluktan bu günlere geldim. Ailemi hep dinledim, sen de dinle. İnan söyledikleri her sözün altında bildikleri bir sürü şey var. Hayat tecrübelerle ilerliyor… ve onlar bu konuda bizden epey bir öndeler, kabul et.

Aile çok güzel bir şey. Bir gün sen de aile kuracaksın, belki de kurdun bile. Şanslısın! Hayatta parayla satın alamayacağın şeylerin de başında gelen bir şeye sahipsin. Haline şükret, teşekkürü dualarından eksik etme…

Ps : senin de varsa anlatmak istediklerin, benimle paylaşabilirsin…

Ağzı olan konuşuyor…

Yokluğumun üzerinden geçen bilmem kaçıncı günde işte yine karşınızdayım…

şunu da şuraya bırakayım dinlersiniz 🙂

Her gelişimde bu sefer son bir daha gitmeyeceğim dedim ve hep gittim! Valla ne söyleseniz haklısınız, utancım büyük… Affedin.

2 yıl önce bu blogu açarken birileri girip okur diye düşünmemiştim… Hatta uzun bir süre tek başıma takıldığımı sanıyordum, görüyorum ki yanılmışım. Maşallah bir sürü stalkerım varmış :)) Böyle hiç ummadığım anlarda maillere, mesajlara boğdunuz beni… Sağ olun, var olun…

Aslında ben hiç gitmedim, hep buradaydım… Hatta sürekli yazdım yazdım, sildim. Kelimelerin gideceği yerlerden korktuğum için sessizliği tercih ettim. Resmen bir hayalet oldum. Hayat bildiğin deneme yanılma yöntemiyle ilerliyor. Denemeden, yanılmadan öğrenemiyorsun hiçbir şeyi. Biraz da böyle takılayım bakalım nasıl olacak dedim. Denedim, yanıldım ve geldim.

Bu aralar inanılmaz doluyum, birilerine fena sataşasım var ama sabrım beni öyle bir tutuyor ki inan hayretler içerisindeyim. Bu kadar sabırlı olduğumu gerçekten bilmiyordum. Bilip bilmeden konuşanı mı dersin, üstüne vazife olmayan meselelere karışanı mı dersin, densiz densiz konuşanı mı dersin… türlü türlü modeller var böyle ağzı olduğu için konuşmayı marifet sanan. Sussan olmuyor, susmasan olmaz. Seni arafta bırakan modeller…

Sen kendini tutup susarken onlar seni susturduklarını sanıyorlar 🙂 sen kendine denk görmeyip cevap vermek için yorulma zahmetine girmezken, onlar konuştukça konuşuyorlar 🙂 bu durum sinir bozucu, hem de çok ama biliyor musun insan her duyduğuna cevap vermediğinde büyüyormuş, gerçekten anladım. Tabii susmayı çok abartmamak lazım. Konuşman gereken yerde de konuş. Sessiz kalma… Kimsenin seni ezmesine izin verme. Eğer beceremiyorsan bana ulaş, ben senin yerine hallederim 🙂 İnsanların laflarını ağızlarına tepmekte gayet iyiyim.

Arsızlığı, hadsizliği bir marifet sanıp, tüm aşağılık komplekslerini senin üzerinde atmaya çalışırlar.. İzin verme. Hepsine yol ver… gitsinler. Bu canı, bu hayatı sana onlar vermedi. Ve bu hayatta tek canın var. Ne nankör bir kedisin 9 canın olsun ne de bir oyun karakterisin ölüp ölüp dirilesin… Ben öyle yapıyorum. Kim beni azıcık bile olsa bunaltsa hadi güle güle… Çekemem! Uğraşamam! Bana ne? demeyi de Sana ne? demeyi de öğrendim, sana da tavsiye ederim.

İşte döndüm yine buraya. Tüm sustuğum şeyleri kusarım artık burda 🙂 nasıl olsa burası benim evim. Kime ne?

Hayattaki amacını otur bir sorgula… ne için varsın? Kim için varsın? Kendini geliştir… bir şeyler üret, bir şeyler öğren… Vaktin dolu dolu geçsin… Sonra kimseler üzemez seni. Kendinle mutlu olmayı öğrendiğinde hiç kimse deviremez seni…

Ağzı olan konuştukça sen inadına sus. Bozma efendiliğini… İsteyen istediğini düşünsün. Kimseye kendini kanıtlamak zorunda değilsin, gerçekten…

Nerelerdeydim?

Beni günün hangi saatinde okuyorsan, uzun bir aradan sonra tekrar merhaba. Vallahi pek yüzüm yok aslında 2017 ekimden beri ilk defa klavyenin başına geçip bir şeyler yazıyorum… Hafiften bir mahçubiyetim var, yok desem yalan olur. Hiçbir şey demeden sessiz sedasız bloguma trip attım aylarca. Ama geri geldim…

Aslında çoğu zaman inanılmaz niyetlendim ama hep vazgeçtim. Nedense elim gitmedi… Aramızda kalsın, biraz üşengecimdir de… Niye bu kadar kastım, niye bu kadar uzaklaştım inan bir açıklamam yok. Yazmadığım her gün içim içimi yedi, her gün bu sevimli dünyam benim içimi kemirdi… Bugün silkelendim demek istiyorum, yazdığın tüm mailleri ve yorumları okuyorum sevgili okuyucum.. 🙂

Artık bol bol görüşeceğiz demek istiyorum, merak etme 🙂